Samimi Komşular: Ebu Bekir El-Bağdadi ve Hasan Ruhani

Shaammedia

Samimi Komşular: Ebu Bekir El-Bağdadi ve Hasan Ruhani

İşid, Dabık dergisinin son sayısında (13) El-Kaide ve Taliban’ı bir kez daha İran’la dostane ilişkilerinin olmasıyla suçladı. El-Kaide’nin İran’la işbirliği yaptığını ve gizli bağlarının olduğunu ima etti. Dabık dergisinin bu sayısında okuyacağınız El-Kaide ve Taliban’a yöneltilen suçlamalardan sadece biri bu. Sadece bu sayıda; El-Kaide ve Taliban’ın afyon ve eroin satmak, yetiştirmek, toplamak, nakletmek ve vergilendirmekle suçlandığını okuyacaksınız. Eğer bunları yeterince gülünç bulmadıysanız, Taliban lideri Molla Ahtar Mansur’un Afganistan’da büyük bir uyuşturucu satıcısı olduğuna dair suçlamayı okumalısınız.

Bu suçlamayla ilgili saçma olan şey İşid’in baş müftüsünün de aynı görüşü paylaşmasıdır (Turki Bin Ali; ayrıca Ebu Humam El-Athari, Ebu Sufyan El-Suleymi, Ebu Huzeyfe El-Bahreyni, Ebu Hazm El-Selefi gibi çeşitli lakaplarla da bilinir). Bundan daha saçma olan şey; sözde Hilafetlerinin baş müftüsü bir öğrenci ilminin altında performans sergiliyor. (İşid’in baş müftüsü) kendi hocaları tarafından kınandı ve hatta yetki lisansı kendi hocası Umar El-Hadûşi tarafından iptal edildi. Koskoca Hilafetin baş müftüsü nasıl olur da sadece bir öğrenci olabilir?

Saçmalık burada son bulmuyor; El-Kaide ve Taliban’ı Pakistan İstihbarat ajanı olmakla da suçlamışlar. İşid binlerce Taliban üyesi Pakistan zindanlarında tutuklu ve yüzlercesi işkence çekerken onların, emirleri Pakistan istihbaratından aldığını ve onlara biat edip, emirleri altında İslâm’a karşı savaştığını iddia ediyor. Batının ve Arap tağutların bile propaganda cihazlarına rağmen bu aptalca suçlamalardan yüzleri kızarırdı.

Bu yazıda Batı, onların acemi tağutları ve gizli servisleri tarafından daha önce yayınlanan suçlamaların, İşid tarafından tekrar edilip, yayınlanması tuhaf ve şüphe çekici. Bu tuhaf tesadüfle ilgili İşid’in Batının propaganda cihazları için çok fazla vaktini ve parasını ayırdığını söyleyebiliriz en azından. Fox Haber, CNN, BBC (neyse ki) hepsi sonunda bir mola verebilecek.

Arapça dilinde bulunabilen geniş ve yaygın Cihad eserlerini anlamada başarılı olamayan Batıdaki toy ve saf gençliği kandırmak için bu derginin İngilizce yazılmış olması şaşırtıcı değil.

Bu dergi Arap dünyasında okuyucu kitlesine sahip olamaz, belki bu iftiraları kendi aldatıcı propagandalarını doğrulayabilmek için Mücahitlere karşı kullanabilen Arap tağut ülkelerin gizli servisleri hariç. Dahası, onlar zaten bu propagandayı kullanmaktalar. Bu derginin ciltli kopyaları dahi Amazon’da satılıyordu. Bu bir cihad dergisi için hayal edilemez bir şey. Amazon’dan hiçbir tepki almadan Dabık dergilerini sipariş edebiliyorken eğer bilgisayarınızda bir Insipre dergisi varsa, yıllarca hapis riskiniz vardır.

Suudi Arabistan (da) Sünni Müslüman Ümmeti El-Kaide’nin İran’la ilişkisi, sıcak bağlantıları olduğuna ikna etmeye çalışmıştı. Ayrıca Amerika da El-Kaide ve İran arasında (olduğu iddia edilen) bu samimi bağlantıları Usame bin Ladin’inin Abudabat dosyalarındaki mektuplardan sızanlarla ispatlamaya çalışmıştı. Ve yakın zamanda dahi 11 Eylül saldırılarında İran ve Hizbullâh El-Kaide’yle birlikteydi dediler. Saçmalık gerçekten, fakat bu kampanyanın zamanı inkar edilemez. Çünkü bu söylentiler İşid’in yayınladığı propagandayla neredeyse mükemmel bir eş zamanda yayıldı.

Biraz da El-Kaide ve İran arasındaki sözde arkadaşlığın doğası hakkında konuşalım. 2001’de Amerika’nın işgalinden ve Taliban’ın taktiksel geri çekilişinden sonra, Şeyh Usame bin Ladin Arab muhacirlerin Afganistan’dan ayrılması görüşündeydi, özellikle de Amerika bombardımanları Afganistan’da Arab muhacirlerin bulunduğu bölge olarak bilinen (yere) odaklandığından beri. Sonuç olarak onlardan bazısı Veziristan’ın dağlık ve kabile bölgelerine ve diğerleri Belucistan’ın Sünni kabile ve dağlık bölgelerine gitmek zorunda kaldı, Şeyh Usame bin Ladin’in birçok aile üyesi (de) dahil olmak üzere. Hatta Şeyh Ebu Musab Ez-Zerkavi İran’a kaçtı. Peki İşid niçin kendi önceki liderlerini İran’la ilişkisinin olduğuna dair suçlamıyor?

Onlar İran’a varınca, İranlı yetkililer çok sayıda Arab muhaciri Pakistan’a gönderdi. Kalan muhacirler, Sünni Beluci halkın arasında gizlice kaldı. İranlı yetkililer onları bulunca yakalanıp, hapsedildiler, bazısı 10 yıldan fazla, diğerleri ev hapsi (aldı). Bazısı doğdukları ülkelerin rejimlerine teslim edildi ve bu hain rejimler onları sırayla Amerika’ya teslim etti. Kalan muhacirler (izlenen) bu politikadan ötürü yerlerini değiştirmek zorunda kaldı, sonuç olarak çok sayıda (muhacir) Irak’ta Kürdistan’a gitti, onların arasında Şeyh Ebu Musab Zerkavi (de vardı). Kürdistan’daki Mücahitlerin çoğu (ismi) sonradan Ensarul İslâm olarak değişen Ensar Sünnet’e katıldı. Fakat bu grup Irak’ta daha fazla işlemedi, İşid Irak’ta 2014’te güç elde ettiğinden beri, sadece Suriye’de askerî (olarak) aktifler.

Ahlâk Savaşı

2008’de Mücahitler, Pakistan Peşaver’de İran konsolosluğundaki ateşe Haşmetullâh Attarzade’yi kaçırmayı başardılar ve onu çok sayıda El-Kaide çalışanı ve aile üyeleriyle takas ettiler (Usame bin Ladin’in kızı İman ve torunu Suleyman Ebu Geys dahil)

Yine 2013’te Yemen’deki Mücahitler, İran’da esir olarak tutulan 5 El-Kaide çalışanının kendisiyle takas edildiği İranlı diplomat Nur Ahmed Nikbah’ı kaçırmayı başardı. Aralarında Seyf El-Adil Ebu Muhammed El-Mısri, Ebu Hayr El-Mısri, Halid El-Aruri ve Sari Şihab (vardı). Bazısının Suriye’ye gitmiş olduğu bildirildi. İşid de, Seyf El-Adil ve arkadaşlarının bölgelerine girmemesi için tehditkar bir bildiri yayınladı ve kendi askerlerini El-Kaide’nin bu eski kurtlarıyla bağ kurmaması için uyardı. Bu kaygılı durumdan anlaşılıyor ki İşid, kendi askerleriyle iletişime geçtiği takdirde bu kıdemli Mücahitlerin onlar üzerinde ne kadar büyük etkisinin olacağını anladı.

Bu olaylardan değerli bir ders öğreniyoruz, dile getirilmemiş (şeyleri) bırakmamalıyız. Mücahitlerin ve Arab muhacirlerin aile üyelerinin İran’da hapsedilmesinden beri El-Kaide’den Mücahitler, onları kurtarıp Amerika’ya iade edilmelerini önlemeye çalışmıştı.

İran’daki Müslüman esirleri takas etmek için birkaç İranlı memur kaçırdılar, ta ki başarılı olana dek, bütün şükür ve hamd yalnızca Allâh’a aittir. İşid, anlamsız propaganda videolarında esirlere işkence edip, öldürmek yerine bundan ders almalı.

Binlerce Sünni Irak’ta hapisti, İşid isteseydi onları kurtarabilirdi. Örneğin Irak’ta İslâm Devleti’nin önceki (liderlerinden) Ebu Hamza El-Muhacir’in karısı Hesna. Onu Amerikalı Warren Weinstein’la takas edip, kurtarmaya çalışan El-Kaide’nin aksine, İşid onun için hiçbir girişimde bulunmuyorken (o) hala Irak hükümetinin zindanlarında hapis. Allâh onun kurtuluşunu hızlandırsın. Afganistan’daki Mücahitler, propaganda videosuyla esirlerine işkence etmek yerine ortalama (bir) Mücahidin aylık geçimi 3000 rupiyken Warren Weinstein’ın ilaçlarına aylık 80.000 rupi harcadı. (İslâm’ı kabul edip Muhammed ismini alan İtalyan rehin Giovanni Lo Porto’yla birlikte İslâm’ı kabul edip, İshak ismini aldıktan sonra Amerika drone saldırısında –in şâ Allâh- şehid olan Warren Weinstein)

Diğer büyük örnek Yvonne Ridley; Taliban’ın tarafından esir alındıktan sonra (o da) İslâm’ı kabul etti ve dobra bir Müslüman aktivist haline geldi.

Şunu anlamalıyız ki, bu bir ahlâk ve prensip savaşı. Müslümanlar İslâm dininin yüce esasları için savaşırken, Batı kendi yozlaşmış demokratik değer ve esasları için savaşıyor. Batı onları Ebu Gureyb ve Guantanamo’ya verirken, biz İslâm Şeriatında esirlere nasıl muamele edildiğini göstermeliyiz. Kafirlerin yozlaşmış davranışlarını taklit etmemeliyiz; masum esirlere turuncu tulumlar içinde işkence etmek onların savaş hareketidir, İslâmî savaş hareketi değil.

Şeyh Ebu Yahya El-Libi son konuşmalarından birinde bunu çok anlamlı bir şekilde açıklar (Amerikan Ordusu ve Savaşın Etikleri). Amerika, Afganistan ve Irak’taki savaşı ahlaklarındaki bozulma ve yozlaşmadan ötürü kaybetti. Tıpkı Şeyh Ebu Muhammed El-Cevlani’nin söylediği gibi: “Bilin ki savaşın asil tutumları vardır, onlara tutunan muzaffer olur. Asil davranmak, barış ve savaş zamanında İslâm’ın cüzüdür. Savaşı kazanan, ama tutumlarını kaybeden hiçbir şey kazanmamıştır.”

Geniş Kapsamlı Güç

Asıl konuya dönersek, sonuç olarak El-Kaide’nin İran’da herhangi bir operasyon hücresi yoktur. Herhangi bir askerî üs ve askeri de, ve hatta Arab muhacirlerden İran Belucistan’da kalan El-Kaide liderlerinin çoğunluğu tutuklandı.

Bütün bunları bilip de İşid’ten El-Kaide’nin İran’a saldırmayı reddettiğini duymak şaşırtıcı bir şey. Bu seçme veya isteme meselesi değil, fakat kapasite ve öncelik meselesidir. O zaman İran’a saldırmak mümkün değildi, o zaman bu öncelikli de değildi. Fakat eğer şimdi Irak ve Suriye’de İşid’e bakarsak, İran’a saldırmak için istek, kapasite ve öncelik var diyebiliriz. Adnani, İran’ı kan gölüne çevirme kapasitelerinin olduğunu kendisi söyledi.

O bunu açıkladığından bu yana yıllar geçti, El-Kaide’yle bağları koptu ve İşid bir Halifelik içinde daha da büyüdü. Yani hiçbir kısıtlamaları yok ve İran’ı kan gölüne çevirme kapasiteleri (de) arttı. Ayrıca İşid için İran’ı vurmak kesinlikle önceliktir, çünkü İran direkt olarak Irak ve Suriye rejimini destekliyor. İran’ı zayıflatmak aynı zamanda Irak ve Suriye rejimini zayıflatmak demektir; iki ana düşman. Ama ilginç olan şey, İşid El-Kaide’yi İran’a saldırmamakla suçlamaya devam ederken, İran’da tek bir operasyon gerçekleştirmedi. Çeşitli ülkelere daha az önem arz eden operasyonlar düzenledi; Kuveyt, Suudi Arabistan, Tunus, Yemen, Mısır, Fransa ve Belçika’da. Hilafetleri Horasan’a dahi ulaştı, bu İran’la iki taraftan sınır paylaştığı anlamına gelir. Fakat kolunun etkileyici şekilde uzanmasına rağmen, bu saldırılatı çok daha hak eden komşu ülkesi İran’da tek bir operasyon gerçekleştirmedi.

Görünen o ki İşid’in güçlü tabanının yanında yaşamak, yaşamak için en güvenli yer. Kollarının bu denli uzağa (ulaşma) sebebi tabi ki net; onlar önceden bu ülkelerde bulunan Mücahitlerin saflarını kolayca aldatıp sömürdüler ve önceden kurulmuş üsleri ve işletmeleri ele geçirdiler. Onlar yapmıyor, yok ediyor. Kafkaslara, Emirliği ve içindeki Mücahit saflarını nasıl yok ettiklerine bakın.

2013’te Belucistan’da Ensar El-Furkan kurulup daha çok grup onlara katılana kadar, İran’da Mücahitlerin büyük bir varlığı yoktu. CundUllâh grubu ilan edilip, hala aktif olan Ceyş El-Adl grubu kurulduktan sonra ve Ensar El-Furkan’a katılan Hareket El-Ensar ve Hareket Ceyş En-Nasr (ile) bir de Irak’ın El-Ahvaz sınırında küçük Sünni bir tabur vardı. Irak’ın El-Ahvaz sınırındaki Mücahit gruplar ve Pakistan’la İran arasında, Belucistan’daki Mücahit grupların çok hassas olduğu bilinmesine rağmen birleştiğini ve geliştiğini görmeye başladık. Fakat kırılganlıklarına ve küçük varlıklarına rağmen İşid, her yerde yaptığı gibi İran’daki bu hassas cihadı da bozmaya çalıştı.

Ensar El-Furkan’ın önceki liderinin şehadetinden sonra, onlara biat etmeyi reddeden Ebu Hafs El-Beluci(ye karşı) İşid diğerlerini Mevlevi Celâleddîn’in liderliği altında (toplanmaya) ikna etmeye çalıştı. İşid onlara rüşvet vermeyi denedi, biatlarını satın almaya çalıştı ve ekonomik zayıflıklarından faydalanmayı istedi. İşid’e biatlarını ve kendilerini Belucisten ilinin valisi yaptığını ilan eden resmi bir video yayınladıkları takdirde onlara para sözü verdiler. Fakat güçsüz pozisyonlarına rağmen İran’daki hiçbir küçük Mücahit grup İşid’e katılmadı. Bu İşid’in bir Hilafet kurduğundan beri neden İran’a tek bir operasyon gerçekleştirmediğini açıklayabilir: Sömürebilecek hiçbir Mücahit grup bulamadıkları için. En iyi senaryo bu olabilirdi. Eğer başka korkunç sebepler varsa ancak Allâh bilir.

Hayatta Kalma Savaşı

Tabiki İşid destekçileri, İşid’in Irak’ta şii rafizi ve İranlılara karşı savaş sürdürdüğünü söyleyecektir. “O halde neden İşid’i İran’a saldırmamakla suçluyorsunuz?” Öncelikle, bütün dünyaya yayılmış bir halifelik olduğunu açıklayan İşid’in aksine, El-Kaide kalıcı üslere sahip olmayan, İran’da varlığı olması şöyle dursun sadece bir gerilla hareketiyken El-Kaide’yi İran’a saldırmamakla suçlamaya devam edenler sizlersiniz. İkincisi, İran’ı kan gölüne çevirecek görkemli kapasiteniz hakkında övünen sizdiniz.

İşid’in Irak’taki şii rafizilere karşı savaşına gelince: Başka seçenekleri yok! Bu bir ölüm kalım savaşı, eğer şii rafizilere karşı savaşmazsa yok olurlar. Kendilerini savunmak zorundalar. Dahası, eğer şii rafiziler Irak’taki Sünnilere zulmedip saldırmasa Irak’ta hiç kimse İşid’in haricilerine katılmazdı. Bu meselede seçime sahip değiller. Irak’taki Sünniler, şii rafizi kötülüğü ile hariciler arasında seçim yapmak zorundalar. Sünni kabileler daha ılımlıyken başta İşid’in aleyhine dönmüşlerdi, peki şimdi açıktan neredeyse tüm Mücahit grupları tekfir ederken (durum) nasıl? Saddam Hüseyin zamanında İran’a karşı savaşta yaptıkları gibi. O zaman İran’a karşı 1.5 milyondan fazla Sünni, Saddam Hüseyin’in ordusuna katıldı. Şunu anlamalıyız ki sadece rafizilere karşı savaşmak seni salih Mücahit yapmaz. Saddam Hüseyin tarafından yönetilen Irak’ın baas partisi İran’la yıllarca savaştı. Bu onları salih Mücahitler yapar mı? İşid İran’a operasyonlar gerçekleştirse bile bu onları salih Mücahitler yapmaz. Fakat İran’a hiçbir saldırıda bulunmamaları çok enteresan.

Çeviri: Qamar Al-Quds

Yorum bırakın