Nusret Cephesi Şer’isi Ebu Usame el-Cezravi: ”Şehadetim”
ÖNSÖZ
Ebu Usame El-Cezravi, Şam diyarında Nusret Cephesi’yle çalışan bir Şeri’ idi. Suriye’nin doğusunda bulunan Haseke şehrine Şeri kadı olarak tayin edildikten sonra, şahitliğinde belirttiği üzere birçok acı verici olaya tanıklık etti. Ebu Usame cihadına devam ederken son zamanlarda da Suriye’nin güneyindeki Nusayri rejimle savaşıyordu.
Allâh’tan bu çevirinin Müslümanlar için bir hidayet vesilesi ve ders olmasını diliyoruz. Allâh, müslümanlar arasındaki günahkârlara hidayet versin ve Şeriat’in öğretilerine uygun İslâm Devleti kurmaları için mücahidlere imkan nasip etsin. Allahumme Âmîn.
Çevirmen’den Not: Okuyucuların kolaylıkla anlaması ve daha iyi bir anlam bütünlüğü sağlayabilmek için her cümleyi kelime kelime çevirmedik, bunun yerine bazı yerlerde Türkçe’de anlamı daha iyi ifade edecek şekilde hazırladık.
Bütün hamd, alemlerin Rabb’inedir. Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur, Salât ve Selâm mücahidlerin liderine, onun ehline, ashabına, onu takip eden ve kıyamete dek onu takip edecek olanlara olsun.
Bundan sonra;
Allâh’ın Selâmı, Rahmeti ve Bereketi üzerinize olsun.
Saygıdeğer büyüklerim ve faziletli kardeşlerim; şüphesiz Allâh kitabında şöyle emretmiştir:
وَإِذَ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ تَكْتُمُونَهُ
“Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden «Bu kitabı insanlara mutlaka açıklayacaksınız, onu asla saklamayacaksınız» diye söz almıştı.”
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ
Ayrıca Allâh buyuruyor ki;
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar; birbirlerinin velileridirler. Ma’rufu emreder, münkerden nehyederler.”
Bazı kardeşlerin, Şam topraklarına girdiğim andan itibaren meydana gelen olayları henüz bölgeler arasında hareket edebiliyor ve şahitliğimi yazacak kadar özgürken bu şehadeti anlatmamı istemesinden sonra; bugün Devle grubuna ilişkin bu şahitliğimi anlatıyorum. Bu kısaca böyle, Allah’tan nusret umarak diyorum ki;
Başlamadan önce okuyucunun dikkatine sunmak isterim; Irak-Şam İslâm Devleti’ne kısa olması hasebiyle Devle diyeceğiz.
İlk Şahitliğim
Herhangi bir savaş, herhangi bir çatışma olmadan önce Devle grubu ve gruplar arasında, Devle’nin güvenlik görevlilerinin, grupların liderlerini ve üyelerini tutuklayıp kaçırmaları yer aldı. Benzer bir durumda olan bir şahıs için Şeyh Abdullah Muheysini ve arabulucularla birlikte kaçırıldıkları yerden ve isimlerinden bize bahsedildikten sonra Halep’e girdik. Devle’den bir emir bizimle buluştu ve inkâr edip, olanlardan kendilerinin sorumlu olmadığını söyledi. Daha sonra çocuğu kaçırılan aile kendi oğullarının sokağa atılmış bedenini buldu. Bu bölge Şam’da Devle’nin kontrolü altında bulunan bir yerdi. Bu grubun kendi emniyet görevlileri Şam’ın mücahidlerini kaçırıp katlediyorlardı.
2. Şahitliğim
Halep, Daana’da olan Devle mahkemesinde bir olaya tanık oldum. Onlar tarafından tutuklanan Somalili kardeşlerden bir tanesinin davası vardı, serbest bırakıldıktan sonra onunla (Somalili kardeşle) tanıştım. İki kızı da Devle koordinatörlerinin yardımıyla hicret etmişti. Kızların büyüğü Devle’den, Nijerya uyruklu olan bir savaşçıyla evlenmişti.
Uzun bir araştırmadan sonra babası gelip, iki kızının Devle’yle olduğunu öğrendi. Onlara gitti ve Danah şehrinde Devle mahkemesinde tutuklu kaldı. 7 günü hücre hapsinde geçirdi, 11 gün boyunca tutuklu kaldı. Ayrıca dayağa maruz kaldı ve tehdit edildi.
Sorun, babanın kızı üzerinde hiçbir velayet hakkının kalmadığını kabul etmek zorunda bırakılmasıydı. Ve sonunda onu casuslukla bile suçladılar.
Serbest bırakıldıktan sonra, Şam’ı terketti.
İki kız kardeşin büyüğünün eşi ile oturdum, bana “Velileri Bağdadi, babalarının onlar üzerinde velayeti yok!” dedi.
3. Şahitliğim
Nusret Cephesinin Rakka Emiri, Ebu Saad El-Hadrami, Halep ve Rakka arasındaki yolda kaçırıldı. Bir kontrol noktası kurdular, sonra onu ve arkadaşlarını durdurup, dışarı sürüklediler.
Ebu Saad zaten Devle’nin bazı liderleri ve güvenlik görevlileri tarafından daha önce de tehdit edilmişti. Ebu Saad El-Hadrami’nin vekili ve bir grup kardeş Devle’nin liderlerine gittiklerinde olay hakkında sordular. Onlar onu kaçırmadıklarına dair yemin ettiler. Sonra Ebu Saad’ın kaçırılmasından kendilerinin sorumlu olduğuna dair Suriye rejimi tarafından bir duyuru yapıldı, Ebu Saad onlar tarafından tutuluyordu.
Yaklaşık üç ay sonra, Halep’te iç çatışma başladı ve Devle, Rakka’da onun kaçırılıp öldürülmesinden kendilerinin sorumlu olduklarını açıklayan bir bildiri yayınladı.
Açıklamada şöyle dediler:
”Rakka vilayetine mensup Hadrami’yi mürted olduğunu itiraf etmesi sonucunda infaz ettik.Onun geçmişini biliyoruz.İslam Devleti, bundan 3 ay önce Allah’ın hükmünü yerine getirmede hiç tereddüt etmedi.Hadrami’nin itirafında da belirttiği gibi, hem mürted hem de kafir oldu.Şeri heyetimiz bu konuda Allah’ın hükmünü uygulamıştır ve bunda tereddüt etmemiştir.Ebu Said Hadrami’nin özel korumasını serbest bıraktk, çünkü onun üzerinde herhangi bir suç unsuru bulunmadı.
Bugüne kadar neden sabrettik ?
Zannetmeyin ki Allah’ın hükmü sadece sıradan kişilere uygulanır, Allah’ın hükmü herkese uygulanır.Bunu yapmasaydık büyük bir zararda olacaktık ve doğru yolda da olmayacaktık.”
Bu açıklama Devle tarafından yayıldı ve hala internette mevcut.
4. Şahitliğim
Devle grubu, Şeriat Kurulunda yer almayı reddetti ve onu ‘şirk kurulu’ olarak adlandırdılar. Sadece bununla kalmayıp daha da ileri gittiler ve ona dâhil olanları da kâfir olarak yaftaladılar! Katılmayı reddettiler ve sadece kendi mahkemelerini tanıdılar. Yerel grupları dikkate almadan arazi üzerinde tam denetim sahibi olmayı istediler.
5. Şahitliğim
1434 Zilhicce ayında, Suriye’nin doğusundaki Haseke’nin Şer’isi (Şeriat işlerinden sorumlu kişi) olarak görevlendirildim. Benim gelişimden önce Devle ile zaten bir anlaşmazlık vardı ve geldiğimde ortalık gergindi.
Aramızdaki farklılıkları çözmek ve fitnenin yayılmasını önlemek için buluşma teklif ettik. Anlaşmazlıklar artınca, Haseke’deki Şer’ileri ve bazı liderleri bir Şeriat Mahkemesi aracılığıyla uyuşmazlıkları çözmek için toplantıya katılmayı kabul ettiler.
Bize “Kararı verecek olan kişinin Devle’den olacağı ve savunma yapacak kişinin de sizden olacağı bir mahkemeyi kabul edeceğiz” dediler!
O toplantı bir anlaşmaya varılmadan sona erdi.
Toplantı Halep’teki çatışmalar sonrasında gerçekleşmişti. Aynı toplantıda Ebu Saad konusunu ve onu neden öldürdüklerini gündeme getirdik. “İrtidat ettiğini teyit ettik” dediler. “Bunu kim teyit etti?” dedim. “Devle mahkemesi bunu yaptı” dediler. Ben de “O sizin grubunuzun savaşçısı değildi. Sizin ona yaptığınızı sizin savaşçılarınızdan birine yapmamızı ister misiniz? Sizin liderlerinizden birini kaçırmamızı ve ona ceza vermemizi ister misiniz? İnsanları yakalayıp haince öldürmek dürüst bir siyasetin parçası değildir ve böyle kurallarla hükmeden mahkeme meşru bir mahkeme değildir, onların verdiği hükümlerden şüphe duyarım” dedim.
Ben bunu söyleyince sinirlenip, gürlediler ve köpürdüler; “Lazkiye’den Rakka’ya kadar olan Devle’nin mahkemelerinde nasıl kusur bulabilirsin? Bizim mahkemelerimize kusur bulan kişi özür dileyene dek sizinle oturamayız” diye özür dilemem istendi. Toplantıdan kalkıp ayrılmaya başladılar. Kardeşler konuşmaya Allâh Adına özür dilemeye başladılar ama onlar kabul etmeyi reddetti.
Sonra bazı kardeşler bana geldi ve “Müslüman kanını korumak ve anlaşmazlıkların son bulmasında bize engel olma, özür dilemek mecburiyetindesin. Bunda Peygamber (sav) Hudeybiye’de en iyi örnektir. Haseke’nin Devle Şer’isi Ebu Muhammed Tunusi bana geldi ve “Bu mahkemeler Allâh’ın indirdikleriyle hükmettiği için özür dilemek zorundasın” dedi. Ne söylediğime dikkat edin; “Allâh’ın indirdiğine göre hükmeden Devle mahkemelerinden şüphe ettiğim için özür dilerim” dedim. Ebu Muhammed et-Tunusi çok sinirlendi ve “Hepsini saymadın, bütün mahkemelerden özür dile” dedi.
Bu buluşmaya Haseke’deki liderleri ve askerî liderleri katılmıştı.
6. Şahitliğim
Arap Yarımadasından (Cezire) muhacir kardeşlerden biriyle tanıştım, Devle’de savaşçıydı. Ebu Ömer diye çağrılırdı. Onunla Şeddadi’de Devle’ye ait kontrol noktalarından birinde tanıştım. Selâm verdim ve beni ziyarete gelmesi için onu davet ettim. Ertesi gün geldi ve oturduk, sohbetimiz başladı. Devle ve Nusret Cephesi arasında meydana gelen farklılıklar konusunda konuştuk. Ayrılmadan önce “Devle’den ayrılmak istiyorum” dedi. Ben de endişelenmemesini söyledim; “Bunu senin için halledeceğim” dedim. Sonra Devle’den ayrılması için bir yol ayarladım. Gece 12’de sessizce üssü terk etti.
Onlardan çok korkuyordu. O gece ve ertesinde benimle kaldı. Sabah namazından sonra bir grupla başka arabayla üssümüzden ayrılıp Deyr Ez-Zor’a geldik ve burada Nusret Cephesine katıldı. Muhacir kardeşleriyle birlikte onların üssünde kaldı ve sonra Humus’a gönderildi.
Döndüğümde Şeddadi’deki Devle savaşçılarını alarma geçmiş vaziyette buldum ve onlardan üçü silahlı olarak Şeriat Kurulu’na gelip beni sordu ve tehdit etti. Üslerinden birinde, Devle’den iki kişi geldi ve bana Ebu Ömer el-Cezravi konusunu sordu. Ben de onlara “Devle’ye dönmek istemiyor, Cepheye (Nusret Cephesine) katıldı” dedim, sonra gittiler. Bu olaydan sonra ölüm tehditleri ve başka tehditlerle beni tehdit etmeye başladılar. Bazı üyeleri, bizim oturduğumuz yere gelip ne konuştuğumuzu dinlerdi.
Tüm bunlara rağmen, bir grup Muhacir ve Ensar bu süreçte onlardan kaçtı. Devle’den ayrılanların anlaşmazlıkların temeli hakkında çok az şey bildiklerini, olanlardan emin olmadıklarını gördüm, özellikle Şeyh Eymen Ez-Zevahiri’nin (Ha), Devle’nin Irak’ta kalması ve Cephenin de Suriye’de kalmaya devam etmesi için verdiği ayrılma emriyle ilgili dahi şüphe içindelerdi. Onlara bu konuları açıkladığımız zaman Devle’den ayrıldılar. Ebu Ömer el-Cezravi bunun bir örneğidir.
7. Şahitliğim
Deyr ez-Zor’daki gruplardan biri onlarla savaşa katılmayı reddetti ve savaşı fitne olarak gördü. Bu olay çatışmaların başındaydı. Bu grup, LiwaaMu’tah al İslamiyyah olarak biliniyordu. Onlar bunu, hizipler arasındaki sürtüşmelerden dolayı zayıf düşen cephe hatlarını (Nusayri rejimle sınır olan) kuvvetlendirmek için en iyisi olarak görüyorlardı.
Aradan çok gün geçmemişti ki Devle’nin bombalı bir araba ile onları hedef aldığını duyurdular. Onlardan bir kısmı şehid oldu (inşaAllah). Bundan sonra Devle’yle bütün silahları ve adamlarıyla savaşa girdiler.
Devle içinde bir üçüncüsü olmayan, iki muhalif grubun var olduğu bir bölge oluşturmak istedi…
8. Şahitliğim
Sabrımıza ve patlamadan kaynaklı bir anlaşmazlığı önlemek için çaba sarf etmemize rağmen Haseke’de Devle’nin üzerimizdeki agresifliği ve baskısı birbirini takip etti. Cephede PKK’ya karşı ribattaydık ve geniş alanlara yayılmış bir kontrol noktamız vardı. Cephelerde ribat tutan üyelerin ve operasyonlara başlayanların çoğu onlardandı. Haseke’de Nusret Cephesi’nin savaşçı sayısı 300 civarında idi. Ahraruş-Şam ise yaklaşık 500 savaşçıdan oluşuyordu.
Maanjeer köyünde PKK ile gerçekleşen çatışmada (Nusret Cephesi tarafından Siyar El Malik’in video serilerinde yayınlanan videoların birinde) Nusret Cephesi konvoyu Şeddadi’den çıktı ve savaşçı yokluğundan dolayı kentten ayrıldı. Aniden Devle savaşçıları iki üssü ele geçirip Nusret Cephesi Sancağının yerine Devle Bayrağı yerleştirdiler. Orayı terk etmeyi reddettiler ve birçok savaşçıyı oraya yerleştirdiler.
Buna benzer pek çok olay oldu ve ayrıca Nusret Cephesi üyelerini kaçırıp dövme vakaları da gerçekleşti.
Bu taciz herkese açık olunca, Nusret Cephesi ve Ahraruş-Şam lideri Devle’yle temas kurdular ve bütün tarafların herhangi bir saldırı gerçekleştirmeyeceğine dair söz verdiği, saldıranı caydırıp onunla savaşmaya zorunlu olunacağına dair bir anlaşmaya varıldı. Bu, çatışmaların zirve yaptığı ve PKK’ya karşı şiddetli savaşların olduğu bir zamanda oldu. PKK’nın Tel Hamsin ve Tel Barak’ta ve önceki savaşlardaki 200’e ulaşan ölülerinin intikamını almak adına “Şehidlerin İntikamı” adı altında bir operasyon için askerlerini topladıkları haberleri bize ulaştı.
(7.4.1435) Perşembe günü, anlaşmadan birkaç gün sonra Devle haince anlaşmayı bozdu ve Ahraruş-Şam’ın tüm üsleri kuşatıldı, silahları ellerinden alındı ve savaşçıları, Liderleri ve Şer’ileri tutuklandı. PKK’ya yakın olan üslere bile hassas konumlarını ve Müslümanların kanı ve onurunun düşmana yakınlığını düşünmeden saldırdılar.
Sonra Cuma günü (8.4.1435), Ahrar’a ihanet edildikten sonraki gün, Şeddadi’deki bütün Nusret Cephesi üsleri kuşatıldı. Sabah namazından sonra silah sesleri duyduğumuzda bu üslerden birindeydim. Hazırdık (silahlıydık) ve dışarı çıktık. Bütün üslere ve kontrol noktalarına saldıranın Devle grubu olduğunu görünce şaşırdık. Sonra Devle’nin Haseke’deki Valisi Ebu Usame El-Iraki silahlarımızla birlikte teslim olmamız çağrısında bulundu (Konuşmasının kaydı daha sonra internette ortaya çıktı). Şeddadi’de hepsini hapsettiler. Yakalanan kardeşlerin sayısı 100 civarındaydı ve biri onlarla olan çatışmada Şehid oldu (inşaAllah).
Ben bir grup kardeşle birlikteydim ve teslim olmayı ve silahlarımızı teslim etmeyi reddettik, teslim olmamız için bize kendi Şer’ilerini ve Devle’den olan bazı muhacirleri gönderdiler fakat biz reddettik. Birbirimize teslim olmamak ve ölmek için söz verdik. Bizimle onlar arasında otomatik silahlarla savaş başladı.
Cezire’den (Arap Yarımadası) bazı muhacirler benimle konuşmaya başladı, bana Allâh’ın Sözlerini hatırlattı, Allâh’tan korkmamı ve kan dökmememi söylemeye başladı. Ben de “Kim bu saldırıyı başlattı” dedim, “vAllâhi bilmiyorum” dedi. “Neredeydin?” diye sordum, “Misafir evindeydim ve buraya Kalamun’dan geldim” dedi. Savaşıyordu, eğer doğruysa hangi grubun saldırgan olduğunu bilmiyordu.
Onlara karşı direnme konusunda ciddi olduğumuzu, silahlarımızı teslim etmeyeceğimizi ve hepimiz ölene kadar savaşacağımızı anlayana dek aracılar göndermeye devam ettiler. Bunu anlayınca bizim için Markada ilçesine giden yolu açtılar.
O gün Devle ihanet ve saldırganlıkla hareket ederken (şunları) ele geçirdi:
100’den fazla Kalaşnikof tüfek. Araçlarıyla birlikte 23mm ağır makineli tüfek. 5’ten fazla makineli tüfek 12,5 mm 3 makineli tüfek 14,5 Amerikan keskin nişancı tüfeği, 12,5 mm 4’ten RPG • 5’ten fazla PKC makineli tüfek. 15’den fazla araçla başka şeyler; bomba, elektronik cihazlar, iletişim cihazları gibi.
Ahraruş-Şam’dan haince aldıklarının, bizden çoğu kez aldıklarından daha fazla olduğunun altı çizilmelidir.
Tel Baarik, PKK’ya yakın bir şehir, devrimin başlangıcında bir kez rejimden kurtarılmıştı, sonra 1435 Muharram’da PKK kardeşler ordayken saldırıp şehrin kontrolünü ele geçirdi. PKK tarafından işgal edildikten bir ay sonra Allâh’ın lütfuyla bir kez daha özgürleştirildi. Elhamdu Lillâh 80’den fazla PKK kafiri öldürüldü, 7 kardeşimiz (İnşaAllah) şehid oldu, Rabb’im kabul etsin.
Bunlar Nusret Cephesi’nin kuşatılmış köylerde ribat tutan savaşçılarıydı (Deyr Ez-Zor’dan ve ayrıca yerel köylerden). Aynı gün Şeddadi basıldı, Devle’den bir konvoy Tel Baarik’e gelip kardeşlerin kendilerine beyat etmesini ve silahlarını teslim etmelerini istedi. Kardeşler onlara Allâh’ı hatırlatıp, düşmana yakın olduklarını ve PKK’nın fırsatı değerlendirip saldırmak istediğini hatırlatmaktan başka bir şey yapmadı. Devle reddetti ve ‘ya kardeşler silahlarını teslim eder ya da beyat eder’ dediler. Kardeşlere yapılan bu zorlama Deyr Ez-Zor, Markada ve ribat noktalarından ayrılmaları içindi.
Kardeşlerin ayrılması için zorlamadan sonra Devle az sayıda savaşçıyı ribata gönderdi. Günler geçmeden PKK köye girdi, halkını yakalayıp işkence etti, öldürdü, evleri yaktı ve çok sayıda insanı esir aldı. Ribat tutan birçok Devle savaşçısı Şehid oldu (İnşaAllah). PKK medyası (İnşaAllah) şehid olan Devle savaşçılarının fotoğraflarını yayınladı, vAllâhu-l Musta’an (Yardımı dilenilen Allâh’tır)
Bu olaylardan sonra, Haseke’nin diğer bölgelerini terk etmek zorunda kalan o kardeşler Markede’ye gitti. (Markede) Haseke’de Deyr Ez-Zor yönündeki son kasabaydı. Kardeşler orada toplanmaya başladı.
Şeddadi’deki ihanetlerinden üç gün sonra Devle grubu Markede’de bize saldırdı, birçok kardeşi yakaladı ve diğer birçoğunu öldürdü. Onların saldırıları PKK’nın Tel Baarik ve Tel Hamees kasabalarına yaptığı saldırıyla çakıştı. Aynı gün Deyr Ez-Zor’da Devle’yle savaş başladı ve bu onlar için süpriz oldu çünkü kimsenin onlarla savaşacağını düşünmediler. Tüm Der Ez-Zor’u Haseke’ye çekilmeye zorladılar. Sonuç olarak Markede onlarla bizim aramızda çekişmeli bir (bölge) haline geldi.
Markede’den çekilip ayrılana kadar ki tüm savaşların şahidiydim. Savaş iki aydan daha uzun sürdü. Savunma savaşı gerçekleştiriyorduk.
Şahit oldum:
a) Onlardan olup bizim tarafımızdan yakalanan kendi bazı üyelerine yalanları. Nusret Cephesi’ne değil, ÖSO ve Ahraruş-Şam’a karşı savaştıklarını söylüyorlardı. Bazısı Nusret Cephesi’nden kardeşlerin Tekbir (getirdiğini) duyunca silahlarını bırakıp teslim oldular. Onlara sorduğumuzda, “bize ÖSO’dan kafirler dediler, ben Nusret Cephesi’ne karşı savaşmayacağım” dediler
b) Bize karşı intihar bombacıları ve ingimasiler göndermeleri. Bir gece, Gariba köyünde Nusret Cephesi’ne ait bir misafir evinde bir kardeşle beraberdim. Şer’i bir derse çalışıyorduk. Birkaç dakika sonra misafirhaneden ayrıldık, az önce bulunduğumuz yerden güçlü bir patlama sesi duyduk. Oraya vardık, Ebu Saad El-Libi adında bir intihar bombacısıydı. Toplantıya girip, orada üç kardeş varken kendini patlattı. Patlamadan sonra, dışarıda olan iki Devle savaşçısı üşüştü. Dört kardeş hemen şehit oldu (İnş). Karşılıklı savaş başladı ve Devle’nin iki savaşçısı o gece kuşatıldı. Sabah namazından sonra yakalandılar. Araştırıldıktan sonra, “Devle’nin güvenlik memurları bize bu üssün Ahraruş-Şam’a ve ÖSO’ya ait oluğunu söylediler” dediler. İtiraflarını kaydettik ve hala YouTube’dan Baraa al Jawfi and Abu Talha al Jadaawi isimleriyle ulaşılabilir.
(Ebu Talha El-Cedavi hakkında bizi bu kadar etkileyen ve bizi ağlatan neydi? Kardeşler onu sonradan kuşatmaya alınan Deyr Ez-Zor’a rejime karşı ribata gönderdikten sonra Ebu Talha kuşatmayı kırmak için rejim tarafından değil de Devle tarafından onların elleriyle katledildi tekabbelAllah)
c) Bizi kafir olarak nitelendirmeleri. İki telsiz kanalı üzerinden açıkça bize karşı savaşın, kafire karşı savaş olduğunu söylediler. Yani yaralıyı tedavi etmeyecekler, esiri öldürecek ve ölüyü gömmeyeceklerdi. Bu konuşmalardan birinin yayınlanan kaydı bunu ispatlar.
d) Kardeşlerimizin cesetlerini teslim etme ve onların naaşlarını gömmekten kaçınmak. Bir kere bazı bedenleri bir aydan daha fazla bırakmışlardı, ta ki Şehidlerin babaları ve akrabalarından arabulucular Devle liderlerine gelip onları gömmek için izin isteyene dek. Kabul ettiler.
e) Cesetleri bozup üzerine asit dökmeleri ve bozulana kadar öyle bırakmaları. Sonra resmi twitter hesaplarında “Cevlâni’nin sahvelerinin kötü sonu” başlığıyla fotoğraflarını yayınladılar. Devle’nin Deyr Ez-Zor’daki liderlerinden biri olan Saddam Cemal’in üzerlerine asit dökülmüş mücahidlerin başlarıyla yayınlanmış bir fotoğrafı vardı.
f) Onlar tarafından yakalanan kardeşlere işkence yapılması. Onları “Siz kafirsiniz, Namaz size fayda sağlamaz” deyip, namaz ve abdestten bile alıkoydular. ve abdest gelen din değiştirenler, Salah yardımcı “olmaz” deyip onları engelledi bile. Bazı kardeşlerimiz, hapishanede işkence altında öldürüldü. Onların hapishanelerinden çıkan bazı kardeşlerle buluşmuştum, işkence izleri onların bizim için derin nefretlerinin açık bir göstergesiydi.
g) Üslerimizi ve merkezlerimizi hedef almak için bize onlarca bombalı araç gönderdiler. Bombalardan dolayı öldürülenlerin çoğu silahsız masum halktı. Hatta onların hedeflerinden biri de halkın alışveriş yaptığı marketlerden biriydi.
h) Kasaba ve köyleri bombalama. Ve bunu halk(avam)-savaşçı ayrımı yapmadan yaptılar.
9. Şahitliğim
Nusret Cephesi’nden ve diğer gruplardan bazı savaşçılar Devle’yle savaşa girmedi. Onlarla savaşmayı reddettiler ve Nusret Cephesi yönetimi de onları buna zorlamadı, hatta onlara savaşmak veya Deyr Ez-Zor’da Nusayri rejime karşı ribat tutmak içim seçim hakkı verilmişti.
Nusret Cephesi’nden Deyr Ez-Zor’da ribat tutanlar 300’e yakındı, diğer gruplardan da 1000’e yakın mücahid vardı. Mücahidlerin gelişlerinde ve yaralılarının naklinde Siyasiye Köprüsü diye bilinen bir yol kullanıyorlardı. Rejim, şehri yarım bir daire gibi kuşatıyordu. Şehirden çıkış için bu köprü dışında hiçbir yol yoktu.
Çok zaman geçmeden şehirde mücahidler için hayati olan bu yolu Devle kapattı ve bu bölgedeki arazilerin bir kısmını ele geçirdi. Bunun sonucu; mücahidlerin önden rejim tarafından, arkadansa Devle çeteleri tarafından tamamen kuşatılması oldu. Siyasiye Köprüsü’ne 12 sniper yerleştirdiler. İkmalleri kesip cephane ve yiyecek girmesini engellediler. Ayrıca dışarı nakledilecek yaralıların çıkmasını da engellediler. Bu olay kentlerin özgürleştirilmiş ve kardeşlerin ribat tuttuğu ilçelerine Nusayri rejimin tekrar tekrar saldırı girişimlerinde bulunduğu ve devamlı bombardımana tuttuğu dönemle aynı ana denk geldi. Şehrin bu mahallelerinde yaşayan yaklaşık 40 bin Müslüman vardı.
Bu kuşatma sırasında şehirde muhacir bir kardeşle görüştüm. Bana “Şimdiye kadar 12 gün geçti ve mahallelerdeki Nusayri saldırısı bir veya iki saat dışında durmadı.” İçinde bulunduğumuz İmtihan içerdeki kardeşler için de diğer gruplar için de şiddetli bir hal aldı. Onlardan bazısı rejimle anlaşmaya vardı ve bu onlar için Devle grubuyla anlaşmaya varıp, silahlarını onlara teslim etmekten, nusayriler tarafından öldürülmekten ya da Devle savaşçıları tarafından katledilmekten daha iyiydi.
Kuşatma devam ederken, silah sağlamakla sorumlu kişiyle birlikteydim. Şehir içindeki kardeşlere mühimmat ve silah göndermeye çalışıyorduk. Bu son derece zordu. Silahları almak için pahalı kaçakçılar aracılığıyla nehir üzerinden botları kullanıyorduk.
Bu kardeşler kendilerini sivil gibi gizleyerek şehirden kaçmaya çalışırken Nusayrilerle olan çatışmalarda yaralandılar. Devle savaşçısı olarak bilinen bu yaralı Mücahidler, tedavi olabilmeleri için taşınabilecekleri güvenli bölgelere ulaşana kadar nehir yoluyla botlarla kaçırıldı.
Kuşatma iki aydan fazla sürdü. Devle’nin eliyle (inşaAllah) şehid olanlar Nusayri eliyle (İnş) şehid olanlardan daha fazlaydı. Muhacir ve Ensarın en iyileri ve Nusret Cephesi’nin askerî emiri (inşaAllah) şehid oldu. Ribat tutanlar ciddi bir şekilde sarsıldı, kalpleri boğazlarına ulaştı. Nusayriler onların önündeydi, tankları saldırmaya çalışıyordu. Uçakları gökten bombalar yağdırıyordu ve Devle militanları kaçış için tek yol olan yerde durmuş kan dökmeyi bekliyordu…
Deyr Ez-Zor şehri Mücahidi kimin eliyle öldürüleceğini bilmeden iki düşmanın arasında sıkışıp kaldı. Ramazan’da Devle savaşçılarının şehri basmasıyla kuşatma sona erdi. O zaman Mücahidlerin bazısı oldukça zor olan koşullardan dolayı sahte belgeler kullanarak çoktan bölgeden ayrılmıştı. Kimisi kaçma girişiminde bulunurken öldürüldü ve diğerleri de Devle tarafından esir alındı. Şehirdeki Nusret Cephesi Emiri Devle tarafından öldürüldü. Oysa rejim onu (Nusret Cephesi Emirini), 2 yıl kendisine karşı savaşırken öldürememişti.
10. Şahitliğim
Deyr Ez-Zor’un batı kesiminde, Ayaş ve Şematiye’de ve çevresindeki köyler de rejime yakın olmasına rağmen kuşatılmıştı. Bu, Devle savaşçıları için işleri kolaylaştırıp, kuşatmayı kaldırmak için bir sebep değildi. Onların durumu Deyr Ez-Zor’daki kardeşlerden daha kötüydü.
Bu kasaba ve köylerde Devle’nin saldırı girişimleri durmadı. Buradaki mücahidler, askeri üsse karşı, diğerleri de Devle’ye karşı ribat tutuyordu. Sonra Devle onlara bir araç gönderdi, bu araç Nusayrilerle savaşmak için cephane değil, birbirine bitişik olan Ahraruş-Şam ve Nusret Cephesi’ni hedef alan bombalı bir araçtı. Ahraruş-Şam’dan birçok kardeş, Kur’ân hafızı olan ve bölgede Kur’ân tilavetiyle bilinen bir kardeş de dahil (inşaAllah) şehid oldu.
11.Şahitliğim
Recep 1435 (2014 Mayıs) yılında Devle, Albukamal şehrine saldırdı. Burası devrimin ilk günlerinde kurtarılmış bir kasaba idi. Devle, çoğu muhacir olan 300’den fazla savaşçısıyla şehre girdi. Saldırı fecirden önce gerçekleşti.
Birkaç saat geçmeden şehrin çoğu ellerine geçti ve farklı bölgelerde kontrol sağlayıp Şeriat mahkemesini bastılar. Kendi savaşçıları olduklarını iddia ettikleri mahkumları serbest bıraktılar. Ayrıca rejim ajanlarını ve suç işleyenleri de serbest bıraktılar.
Çok geçmeden her şey tersine döndü ve o gün öğleden önce Albukamal halkı ve orada bulunan gruplar Devle’yle çarpıştı.Deyr Ez-Zor şehrinde bulunan diğer grupların yüzden fazla aracı, yerli halk ve diğer gruplar tarafından Albukamal halkına destek için gönderildi.
Devle savaşçıları yakalayıp öldürüyordu o kadar ki siviller kişisel av tüfekleriyle evlerinin pencere ve çatılarından ateş etmeye başlamışlardı. Bu sahneyi gören biri Nusayri rejim şehre girmiş diye düşünürdü.
Devle’nin çoğu savaşçısı muhacirdi ve şehrin çıkışını bilmiyordu. Halk onları çiftliklerde ve mahallelerin içinde buldu. İnsanlar onların arabalarını ve silahlarını ganimet almak için acele etmeye başladı. Devle’nin öldürülen üyelerini kolayca buldular ve bu saldırıdan önce onlara karşı yapılan bütün tehditler yalnızca propagandaydı.
Savaş güneşin batışına kadar devam etti ve yüzden fazla Devle savaşçısı öldü, onların çoğu muhacirdi. Öldürülenlerin arasında Deyr Ez-Zor emiri Saddam Cemal’in kardeşi de vardı. Yayınlanan fotoğraflar bu savaşın ne kadar büyük olduğunu ve birçok Devle savaşçısının öldürüldüğünü gösteriyordu.
Nusret Cephesi medya ofisi Albukamal’de Devle’nin bu saldırısıyla ilgili bir video yayınladı ve bu (video) onların birçok ölüsünü ve bedenlerini gösteriyordu.
Bu saldırıda (muhacir) kardeş Ebu Temim El-Cezravi’yi yakaladılar ve onu geri çekilirken yanlarında götürdüler. Birkaç gün sonra onu Albukamal civarında öldürdüler.
12. Şahitliğim
Suriye’nin doğusunda, Deyr Zor bölgesinde, gruplar arasındaki çatışmalar zirvedeyken, Devle bölgeye yayılmak için çabalıyor ve saldırmakta tereddüt etmiyordu. Orada bulunan gruplar da kendilerini savunmak ve saldırıyı geri püskürtmekte tereddüt etmediler.
Devle tarafından Deyr Zor şehrinde bizimle savaşmak için Nusayri rejimin büyük üslerini arkalarında bırakarak Rakka’dan konvoylar sevk edildi. Bu, Devle’nin Haseke’de kontrolü ele alması için yeterli değildi. Nusayri rejimin üslerini ve kafir kürt grupların elindeki bölgeleri kurtarmak yerine, Mücahidlerin bölgelerini gasp ettiler. Ve hatta Deyr Ez-Zor şehrini Ehli Sünnetten almak için bütün adamlarını, silahlarını ve tanklarını topladılar.
Nusayri rejimin Haseke’de birkaç büyük üssü vardı; Kevkeb Üssü, El-Meylabiye Üssü gibi. Kuşatılmış olan bir mahalle hariç Haseke şehri rejimden kurtarılmamıştı. Ve bunun gibi Kamışlı, Ramilan, Raas El-Ayn, Ya’rabiye kasabaları ve yüzlerce köy hala PKK’nın elindeydi ve bu bölgedeki Ehli Sünnet onların kontrolü altında eziliyordu. Devle’nin liderleri ve savaşçıları Haseke’nin işgal altındaki bölgeleri yerine Deyr Ez-Zor’un özgürleştirilmiş bölgelerine saldırmayı tercih ettiler.
Nusayrilerin ve kafirlerin kanı yerine Ehli Sünnetin kanını dökmeyi ve mücahidlerin özgürleştirmiş olduğu yerleri tekfirle ele geçirmeyi, onları korkutup, onlara karşı bombalı araçlar göndermeyi tercih ettiler. Nusayri rejim ve PKK tarafından hedef alınan bölgelerini bile korumadılar. Devle’nin sempatizan savaşçıları tarafından savunulan bu bölgelerdeki köyler mermilerle, havan topları ve tank mermileriyle hedef alındı. Halk(avam)-savaşçıyı birbirinden ayırmadılar.
Savaşta Mücahidlere ev sahipliği yapanların evlerini dahi yok ettiler ve bu kişileri köylerinden ettiler. Garibe ve Şahil köyleri buna örnektir.
Deyr Ez-Zor şehri ve eyalet, Nusayri rejim ve Devle tarafından kuşatıldı. Halep ve İdlib yolu, onların ellerindeydi. Bu, erzak gelemeyeceğinin, yaralı ve durumu kritik olanların tedavi için büyük bir zorluk haricinde Türkiye’ye gönderilemeyeceğinin göstergesiydi. Savaşçılar kendileriyle çarpışırken yaralanmış olmasından şüphelendiklerinden dolayı, yaralıları götüren araçları durdurup kontrol ederlerdi.
13. Şahitliğim
Devle, kendilerine boyun eğip biat etsinler diye Deyr Zor’daki Mücahid gruplarla her yolu kullanarak savaşıyordu. Onların hepsine savaş ilan ettiler, siviller arasında Mücahidlere yardım eden ve onları koruyan herkesin mürted kabul edileceğini duyurdular.
Onlar halka hikmetle yaklaşmaktan, onları iyiliğe davet edip birliği korumayı gözetmekten çok uzaklardı. Merhamet göstermek yerine halktan zorbalıkla, silah tehdidiyle biat aldılar.
Bu bölgedeki halk Devle’yi yardım ve destekleriyle değil, canlı bombalarıyla, çocukların ve sivillerin bedenlerini parçalamalarıyla ve Mücahidlerin cesetlerini öylece ortalıkta bırakmalarıyla tanıyorlardı.
Onlar Müslüman kanının kutsiyetini önemsemediler, onların rejim bölgelerine yakın oluşlarını ve birçok insanın Sünnet ve Cihadı takip etmede yeni olmasını da önemsemediler.
14. Şahitliğim
Çatışmaların ve her gruptan şehit düşenlerin sayısının 1000’i geçmesinin ardından, doğu bölgesinin (Deyr Zor) Nusret Cephesi emirliği ve diğer birkaç grup geri çekilme ve Deyr Zor’dan ayrılma kararı aldı. 1435 Ramazanının beşinci sabahı Dera yönünden güneye gittik (2 Temmuz 2014). Devle çatışmalardan dolayı Deyr Zor’a hiç savaşmadan girdi.
Köy sakinlerini sınır dışı ettiler, bazı kardeşlerin evlerinde ne varsa el koyup sonra da patlayıcılarla yok ettiler. Kardeşlerin evlerini kendi üsleri gibi kullanıp ev ahalisini (kadın ve çocukları) evden attılar.
Cephe’den ya da diğer gruplardan ellerine kim düşse, eğer kendi gönüllü olarak gelirse silahını alıp, kendisinin İslâm Devleti’ne karşı savaşan bir kafir olduğunu itiraf ettiği bir evrak imzalatırlardı. Onlara gönüllü olarak gelmeyenleri, kendilerini kurtarmayı başaranlar hariç, öldürür ve kasabaların girişlerinde çarmıha gererlerdi.
15. Şahitliğim
Şetatayt aşireti, Deyr Zor’daki ve bölgedeki en büyük aşiretlerden biriydi. Sayıları 120 bini aşmış ve köyleri Fırat Nehri boyunca uzanmıştı. Bazıları geri çekilmeyi reddetti ve savaşmaya karar verdiler, Devle de onlarla savaştı ve onlara karşı canlı bombalar ve tanklar kullandı. Savaştan iki hafta sonra köyler Devle’nin eline düştü. Sonra Devle yüzlercesini öldürüp yüzlercesini tutuklamaya başladı. Onların (Sünni Müslümanların) katledilme ve öldürülme fotoğraflarını yayınladı.
Sonra Şetatayt köylerinin boşaltılmasını emrettiler. Şetatayt kabilesinin başına gelen, gerçekten korkunç bir katliamdı. Hala bu aşiretin erkeklerinin ve oğullarının cesetlerinin içinden çıktığı devasa mezarlar ortaya çıkıyor. Devle savaşçı olan ve olmayan arasında ayrım gözetmedi, hatta yaşlı adamları bile öldürdüler. İnternet bu katliamın fotoğraflarıyla dolu, katliamın fotoğrafları ve videoları bu kabilenin erkeklerine yapılan bazı korkunç muameleleri gösteriyor. Öyle görünüyor ki Devle, Deyr Zor’da Şetatayt kabilesini diğer kabilelere ibret yapmak istedi.
16. Şahitliğim
Doğu bölgesindeki savaşımızın hakikatini öğrenmek isteyen ilk olarak Devle grubuyla bizim aramızdaki savaşın savunma savaşı olduğunu bilmesi gerekir, zira saldırganlığı ve savaşı başlatanlar onlardı. Savaşmayı durdurmaya güç yetirebileceğimizle ilgili konuşulan şey doğru değildir. Saldırganlıkları ardı ardına üzerimize geldi ve bizim bütün savaşlarımız savunma ve onların saldırganlıklarını def etmeydi. Başından beri coğrafi olayları takip eden biri bunu fark eder.
17. Şahitliğim
Şu gerçeğe dikkat çekmek gerekir ki; savaş Atareb’de (İdlib) başlayıp ardından kuzey Suriye’nin diğer bölgelerine yayıldığında, herkes; Devle savaşçılarının grupları kaçırması ve her nereye gitseler onları bekleyen manzaranın bu olmasından dolayı şok olmuşlardı. Bu olaylara şahid olanlar “Sanki devrim yeniden başlamış gibi” dediler. Yaşlı ve genç olanlar dahi Devle’yle savaşmak için kendi av tüfekleriyle dışarı çıktılar. İnsanlar Beşar’dan bile daha fazla onlarla savaşmaya çıktılar çünkü halk Devle’nin liderleri ve savaşçıları tarafından bastırılmış ve aşağılanmıştı. İslâm Devleti adı kaçırma, öldürme, kontrol noktalarıyla Mücahidlere ve Müslümanlara baskı yapmayla eş anlamlı olmuştu.
Her grup onlardan bir şekilde zarar gördü ve Mücahidi olan her ev de onların hareketleriyle zarar gördü.
18. Şahitliğim
Bu olayların olduğu sıralarda Devle medyası; bildiri ve video yayınlarından tutun destekçi hesaplarına varıncaya kadar hepsi, yalan ve gerçek dışı şeyleri medyaya sürdüler. “Ey zulme uğrayan Devle, senin için yalnızca Allâh var” sloganını yayarak ve “Yâ Allâh, onlara zulmedenlere karşı Devle’ye yardım et” diyerek sanki bütün gruplar Devle’ye baskı yapmak ve ona saldırmak için toplanmış gibi bir portre çizdiler.
Allâh’a yemin ederim ki gerçek bunun zıttıydı. Eğer zulüm bayrağını kaldıran bir grup varsa o Devle’dir. Devle’nin güvenlik ajanları tarafından birçok savaşçısı ya da emirleri kaçırılmayan bir grup yoktu. Durumu bilen herkes, Devle’nin iddialarının aksine olduğunu biliyordu. Savaş patlak vermeden önce herhangi bir grup tarafından taciz edilmiş ya da saldırıya uğramış bir üsleri yoktu.
Diğer grupların ellerinde tutsak olan kendi savaşçıları için aracı göndermeye hiçbir efor sarf etmediler. Aksine diğer gruplar emirleri ve savaşçıları esir düştüğünde bunu yaptılar ve kendi esirlerinin serbest bırakılması için ya da en azından hayatta mı, öldürüldü mü durumlarını öğrenmek için müzakereciler gönderdiler.
Devle’nin Nusret Cephesi’ne dahil olan Üs 46’ya saldırdığı Atarib olaylarından sonra, Bağdadi konuşmasında şöyle söyledi:
“Hakka dönün ve Rabb’inize tövbe edin. Pek azı hariç, savaşçılarımızın çoğu cephedeyken bize aniden ve haince arkadan saldırdınız…”
Allâh’a and olsun ki bu tamamen yalan! Saldırganlığı ilk başlatan Devle’ydi ve Atareb’e saldıranlar da onlardı. Sadece bu da değil, Atareb’de savaşmayacaklarına dair söz verdikten sonra oraya haince saldırdılar. Gruplar rahat ve saldırıya karşı güvende hissettiği zaman, aniden üsse saldırdılar ve üssü tamamen kontrol altına aldılar.
Devle savaşçılarının (rejime karşı) cephelerde olduğu sözü içinse, durumu sahada yakından bilenler ve Devle’yi tanıyanlar (bilir ki) bu tamamen uydurmaydı, durum tam tersiydi. Devle’nin birçok savaşçısı kendi üslerindeydi ve pek azı ribat tutuyordu. Halep ve diğer cepheler, Devle savaşçıları üsleri ve misafirhaneleri doldururken cephelerdeki kardeşlerin ekipman ve adam eksikliğinden şikayet ettiklerine şahitlik etti, ki bu; bazı Devle savaşçılarını Nusret Cephesi’ne katılmaya yönlendirdi.
Devle’nin sadece 20 ribat noktasının bulunduğu Haseke’de de benzer bir durum vardı, cephede çok sayıda savaşçısı olan Ahraruş-Şam’ın noktalarından daha azdılar.
Bağdadi ve Adnani’nin konuşmalarını dinleyenler anlayacaktır; Allâh’a and olsun ki onlar hakka aykırıdır, konuşmaları hile ve yalanlar içerir. Sahadaki gerçekler medyada yansıtılanla oldukça çelişiyor. Belki biri bunda da, onlar tarafından neredeyse her sözün yalanlarla doldurulduğunun bir örneğini bulabilir.
Devle emirleri kendi savaşçılarını cephelere savaşmak için göndermekten kaçındı ve savaşlara zorla katıldılar. Çünkü zaten gelecekte bu bölgeleri almak için plan yapmışlardı. Yani bir yeri özgürleştirmek için, diğer grupların Mücahidlerinin kanlarını akıtmalarına göz yumdular ve böylece daha sonra orayı büyük bir savaş olmadan alabildiler tıpkı Halep’te olduğu gibi rejimin ilerleme avantajına sahip olduğu cephelerde bile.
19. Şahitliğim
Net olarak görebildiğimiz Devle’nin çabasının savaşı durdurmak olmadığı haricinde Devle’yle diğer gruplar arasında hiçbir savaş ya da çatışma yoktu. Aksine kan dökülmesinin devam etmesini istediler. Devle savaşçıları diğer bütün gruplarla savaşmaya susamış gibiydi. Bu kendi Şer’ilerinin konuşmalarında ve aynı şekilde kendi açıklamalarında da netti.
Devle’ye göre Şam’daki en iyi grup Nusret Cephesi’ydi ama hala sürekli Nusret Cephesi asi (baği) diyorlardı ve bizimle savaşacaklarını söylüyorlardı. Peki bizden daha kötü gördüklerinin durumu neydi?
Diğerleri Nusret Cephesi Şam’ın sahvesidir derken onların en iyisi Nusret Cephesi ‘Sahvelerin kalbidir’ derdi.
ÖSO’nun birçok grubu ve İslâmî gruplar, bir Şeriat mahkemesine çağırıldıklarında, onların hemen katılıp teslim olduklarını gördük. Devle ise aksine kibirlenip, mahkemeye gitmeyi “Biz bir devletiz” bahanesiyle savuştururdu. Ancak bağımsız bir mahkeme olduğu ve davada kendilerinin bir hakkı olduğu zaman ona çağırıyor ve katılımı hızlandırıyorlardı.
20. Şahitliğim
Şam halkından Devle’ye katılanların çoğu bu bölgelerde halkın en kötüsü olarak bilinen insanlardı. Geçmişlerinin fesat çıkarmak ve onu yaymakla dolu olduğu bilinmelidir. El-Bukamal’de Saddam Cemal, Deyr Zor’da Âmir El-Rafdân ve Halep’te Hasan Abûd gibi (Liva Davud’un Lideri, Ahraruş-Şam’ın Lideriyle karıştırılmamalı).
Bu insanlar Müslümanların vakalarında sorumluluk sahibi kılındı ve Devle’ye emir yapıldılar. Kana susamışlardı ve tekfirin kurallarında herhangi bir sınır tanımadan tekfir ettiler. Müslümanların şehir ve kasabalarına karşı baskınlar düzenlediler. Okuyucunun (Devle’nin medya kollarından) İ’tisam Medya kuruluşunun Saddam Cemal’le toplantısına bakmasını tavsiye ederim zira onun içinde Saddam Cemal bu baskınların bazı yönlerini ve El-Bukamal’e nasıl saldırılar düzenlediklerini açık bir şekilde anlatıyor.
21. Şahitliğim
Şam’da tecrübe edilen bu olaylarda ve Devle’yle diğer gruplar arasındaki savaşta, Allâh’a and olsun, birçok gruptaki Mücahidin takvasına hayran kalacaksınız. Fakat Devle’nin dökmüş olduğu kana sessiz kalınınca durum ihanete dönüştü ve daha kötü hale geldi.
Allâh’a yemin ederim, bu yüzden çok şaşırdım. Bu, Devle’nin saldırganlığı ve zulmü hala belirsizken değil, saldırganlığı püskürtme ya da onların zulmüne karşı savunma sırasında meydana geldi. Şam’ın Mücahidlerinden defalarca “Kıyamet gününde boynumuzda Müslüman kanı olduğu halde gelmek istemiyoruz” diye duydum. Bazıları “Bize yardım etmeye ve bizi savunmaya gelen muhaciri nasıl öldürürüm?” diyordu (Devle’deki muhacirlerin niyeti Şam’a gelip Müslüman öldürmek değildi).
Devle savaşçılarının bu gruplarla savaşmayı takvalı bir hareket olarak gördüğü ve bunda yarışıp buna doğru acele ettikleri zaman durum buydu. Devle yönetimi bundan faydalandı ve genişledi, üslere ve silahlara el koydu, esir aldı ve öldürdü, onların saldırganlığına savunma ve geri püskürtme gereklilikleri dışında cevap verilmedi.
Şam halkını hafife aldılar, Mücahidleri ve onların yeteneklerini küçümsediler ve onlara korkak gözüyle baktılar. Ta ki Halep ve İdlip’te Devle’nin zorbalığı ve liderlerinin aptallığının bir sonucu olarak, onların sabrı tükenene ve sükunetleri öfke ve şiddete dönünceye kadar. Daha sonra keder, feryat ve Mücahidleri ihanetle suçlamayla devam ettiler!
Ve bu günlerde Halep’e saldırmaya çalışıyor, diğer gruplar tarafından (Halep’ten) çıkarılmalarının intikamı olarak ardı ardına patlayıcılar gönderiyorlar.
22. Şahitliğim
Devle, onlar hakkında söylediğimizi onaylayan ve Şam Mücahidlerine karşı kalplerinde gizledikleri gerçeği ispatlayan bir duyuru ya da söz yayınladığı zaman Allâh’a hamd ediyoruz.
Kim Devle’nin menhecindeki yozlaşmayı öğrenmek isterse, onların konuşmalarını ve sözlerini incelemesi (ona) yeter Allâh’ın izniyle. El Kaide ve El Kaide’nin menhecinin bozulduğu suçlamaları onların iftirasına iyi bir örnektir. “Afedersin El-Kaide Lideri” başlıklı konuşmasında Adnani diyor ki:
“Devle, Cihad büyüklerinin rehberliğine, öğütlerine ve onların işaretlerine bağlı kaldı. Bu sebeple Devle, kurulduğundan bu yana, İran’ı kan gölüne çevirmeye muktedir olduğu halde İran’daki Rafizilere saldırmamış, onları İran’da güven içinde bırakmış ve içleri öfkeyle dolu olan savaşçılarını bundan alıkoymuştur. Ve bütün bu geçen yıllarda hiddetini bastırmış ve İran’ı hedef almadığı için onunla işbirliği yaptığı suçlamalarına tahammül etmek zorunda kalmış, El-Kaide’nin İran’daki çıkarlarını ve ikmal yollarını koruma adına, liderliğin emrine uygun olarak Rafizileri güvenliğe terk etmiştir. Evet, Mücahidlerin sözlerinin birliği ve saflarının birliği adına askerlerini alıkoymuş ve öfkesini bastırmıştır. Tarih, İran’ın El-Kaide’ye paha biçilmez bir borçla borçlu olduğunu kaydetsin.”
Bu suçlamalar ve El-Kaide’nin İran’la bağlantılı olduğuna dair bu cüretkar şüphenin ve bu düşmanca açıklamaların tasdik edilmesi, El-Kaide’ye karşı pusuda bekleyen bir “iç ses” tarafındandı. Adnani, dinleyicilerinin kalbindeki fısıltıyı kışkırttı ve El-Kaide’yi bununla suçladı.
Bugün, bu sözlerin üzerinden dört aydan fazla zaman geçti, Devle savaşçılarının ribat hatları İran sınırına yaklaştı ve Safevi ordusu gözle görülebilir (derecede yakın). Soruyoruz Ey Adnani, İran kan gölüne mi döndü? Askerlerinizi serbest bırakıp, o öfkelerini dışarı vurmaya izin verdiniz mi? Ya da İran sana paha biçilmez bir borçla borçlu mu? Cevap: İran’a karşı hiçbir harekette bulunmuyorlar. Onların askerleriyle Irak’ın savaş alanlarında çarpışıyorlar ve iddia ettiklerinin aksine hala savaşı İran topraklarına taşımadılar.
Bilinmelidir ki; Adnani’nin sözleri çelişkiler, benzeşmezliklerle doludur; iddiasında Şeyh Eymen Ez-Zevahiri’nin sıradan Şiileri hedef almayın dediği emrini dinlemediklerini ve itaat etmediklerini ifade ediyor. Adnani, Şeyh Eymen’e itaatteki eksikliğine gerekçe olarak şu örneği söylüyor :
“Bunun bir örneği şudur: Senin, cehaletlerinden dolayı mazeret sahibi oldukları gerekçesiyle Müslüman hükmü verilen Irak’taki Rafızi kitlelerin hedef alınmasını durdurmamız için tekrar tekrar yapmış olduğun çağrıyı biz cevapsız bıraktık. Eğer sana biatlı olmuş olsaydık, onlar hakkındaki bu hükme katılmıyor olsak bile bu emre uyardık. Dinlemek ve itaat etmek konusunda bizim öğrendiğimiz budur. Eğer sen Devle’nin emiri olmuş olsaydın ve bu çağrıyı yapmış olsaydın ve seninle hemfikir olmayanları izole etmiş olsaydın bile yine de senin Rafızileri Devle’nin dışında, İran’da veya başka bir yerde hedef alınmamasına yönelik çağrına uyardık.”
Soruyoruz: Nasıl emrin bir kısmını dinleyip itaat edebilir ve diğer kısımlarda El-Kaide’yi dinlemeyip itaat etmezsin? O, insanları El-Kaide’ye karşı kışkırtıp onlarda şüphe oluşturmak istiyor. Adnani’nin konuşması kışkırtma, şüphelere yol açma, suçlamalar ve iddialarla doludur.
23. Şahitliğim
Devle’nin vakalarını takip eden kişiler, onların Şam’daki diğer gruplara karşı savaştğı her alanda “amaca giden her yol mübahtır” siyaseti izlediğini net olarak görür. Onların durumlarına ne uyuyorsa ona göre fetva verilir ve Şeriat bu hususlarda Emir’in yönlendirdiği bir piyondur. Onlara göre bir grup bağîdir, sonra onlara muhalifler derler, sonra onlara sahve ve mürted derler.
Bu açıkça Devle’nin bölgelerinde bulunur. Bazı bölgelerde belli bir grubu kafir ilan ederler, başka bir bölgede onları bağî olarak etiketlerler, bu arada başka bölgede onlarla birlikte savaşır ve ribatta yan yana dururlar. Bunu onların zayıf ya da kuşatılmış oldukları bölgelerde net olarak görüyoruz; bu alanlarda adaletsizlikle başa çıkmak için mahkemeleri kabul eder ve liderleri tarafından diğer bölgelerde kafir olarak adlandırılan birçok grubun İslâm’ını kabul ederler. Bu, menheci arzularına göre uyguladıklarını ve kendi durumları için uygun ve kârlı olan fetvaları verdiklerini doğruluyor.
24. Şahitliğim
Devle’nin çekimlerinde kendileri tarafından reklamı yapılan sloganlar, güçlü ateşli konuşmalar ve video prodüksiyonları Müslümanların kalplerinin derinliklerine dokunuyor ve İslâm Devleti, Hilafet gibi kavramlar onların umut ve arzularının bir parçasını ifade ediyor. Bu tanıtım, takipçi ve destekçilerinin yanı sıra genel olarak insanların kalplerindeki boşluğu doldurmak için.
Aslında Ümmetin yolunu gözlediği, ortaya çıkması ve tekrar ilan edilmesini beklediği şeyde acele ediyorlar. Gerçekte bu beklenilen; hilafetin dönüşü ve bütün Müslümanların onun gölgesi altında birleşmesidir.
Arap olmayan birçok insan onlardan etkilendi ve eşleri ve çocuklarıyla birlikte –onların dediğine göre- ‘Hilafet’ diyarına geldi. Sloganları her Müslümanın ruhunda bulunan bir özlemle kesişti. Devle liderliği bu sloganlardan otorite ve güç elde etmede avantaj sağladı. Gel gör ki; Şam halkının zihinlerinde İslâm Devleti (Devle) adı, bedenleri çarmıha germe, bombalı araçların kükremesi, ölüm ve cinayet sahneleridir.
25. Şahitliğim
Biz Nusret Cephesi Şer’ileri olarak (Devle ve Nusret Cephesi’nin) ayrılma emrinden ve Şeyh Eymen’in konuşmasından sonra, Devle’nin kötülüğü hakkında konuşmaları azarlıyor ve eğitim kamplarında Nusret Cephesi gençlerine “Şam topraklarında bize en yakın grup Devle’dir” diyorduk, kanımız onların kanını savunur, canımız onların canını savunur ve herhangi bir durumda biri onlara saldırırsa onların sadaklarında ok oluruz diye açıkça ve yüksek sesle ilan ediyorduk. Onların yayınlanan dergilerinde sahvelere karşı tek safta savaşıyoruz, o sahveler ki savaşmaya gelen, kendilerine savaş ilan edilen ve öldürülen Mücahidler. Karşılığında Devle askerleri onlarla eğitim kamplarında bir araya geldi ve Şer’ileri ve emirleri tarafından bizim baği olduğumuzu, asiler olduğumuzu söylediler ve aslında hepimizin sayılarımızla, malzeme ve ekipmanlarımızla kendilerine ait olduğumuzu ve onlara dönüp silah ve karargahlarımızı teslim etmemiz gerektiğini söylediler. Allâh’tan yardım istiyoruz.
İstihbarat hareketleriyle alakalı raporları ve bunun yanı sıra kendi gündemleri için araç olarak kullanılan diğer grupları ve Şam’da İslâmî bir projeyi durdurma girişimilerini tartışıp değerlendirdiğimizi unutmuyorum.
Korkularımızın çoğu (Batı destekli) koalisyona ait, dış bağlantılarıyla Batı ve Arap bölgelerinin desteğini alan Özgür Suriye Ordusu kaynaklıydı.
Asla tahmin edemediğimiz şeyler oldu, Şam Mücahidleri için bir kalkan ve kale gibi gördüğümüz Devle, onlara karşı sıyrılmış bir kılıç haline geldi. Ve onları kötü bir dille kafir diye çağırmaya, dinlerinde yargılamaya, Şam topraklarında öldürme, patlama ve yok etmeyle zararın yayılmasına sebep olmaya, Şam’daki her Mücahidi kafir olarak etiketleyip, salihleriyle günahkarları, genciyle yaşlısı, alimi ve cahili arasında fark gözetmediler.
Aslında onların kendileri Şam sahasında fitneydiler ve oradaki bölünme ve anlaşmazlığın başlangıcıydılar. Kendi rollerine göre sahvelerle dövüştüler, yani Mücahidlerle savaşıp onları öldürdüler ve Şam’da gerçek sahve oluşturmak için uygun bir ortam, dış müdahale ve haçlı ittifakı için bir bahane oluşturdular.
26. Şahitliğim
Suriye halkı zalime karşı, daha zorba biri gelsin ya da acımasız bir adamı kovalım onun yerine daha acımasız bir adam kendilerini yönetsin diye kıyam etmedi.
Gökyüzünden üzerlerine düşen, Nusayrilerin füzelerinin ve ölümcül varil bombalarının korkuları dinmedi, bu sadece zemindeki patlayıcılar ve TNT yüklü cesetlerle yer değiştirdi. Şam halkı Bağdadi savaşçılarının gelip onlardan tekrar “özgürleştirdiği” dışında Nusayrilerden bölgeleri özgürleştirmedi.
İlk ayaklanma başladığında Şam halkı kendi amaç ve planını ilan etti, onların güzel sloganı şuydu;
‘İstemiyoruz dışardan önergeleri’
‘Ne de ulusal şirk konseylerini’
‘Onlara rağmen bir İslâm devleti kuracağız’
‘Anayasası Kur’ân ve Nebevi Sünnet olmalı’
Mübarek devrimlerinin ve büyük cihadlarının ilk gününden itibaren dediler ki; ‘Yâ Allâh, Senden başka bizim kimsemiz yok’.
Şam halkının yaptığını yapamayanlar, dışarıdan onların yaptıklarında hak iddia edemezler. Kendi ülkesindeki zulümle yüzleşmekten korkan; cesaret, kahramanlık ve fedakarlıkta öne geçen üzerinde hakimiyet kurmak istiyor.
Bu cahiller kendi ideolojilerinin sonucu ve aptallıklarının ilhamı olan bir projeyi dayatıyorlar. Bununla cephelerde bozulmaya, kan dökülmesine ve insanların dinleri hakkında fitneye düşmesine sebep oldular.
Allâh’tan yardım diliyoruz.
27. Şahitliğim
Şam’daki Mücahidleri ve onların en iyilerini takip edenler onların suikastlerle katledildiğini görür. Grupların ön cephelerinde yer alan bu kişilerin cinayetlerinden Devle’nin güvenlik organları sorumluydu. Aslında onlar (Devle), Şeyh Halid Suri ve diğerleri gibi, Amerikalıların, onların işbirlikçilerinin ve Nusayri rejimin öldürmeye güç yetiremediği kişileri haince öldürüyorlar. Allâh’tan şehadetlerini kabul etmelerini diliyoruz.
Bu Irak’ta da olmuştu; Mücahidlerin emirlerine ve Ensarul İslâm Cemaati gibi grupların kadrolarına suikast düzenlemişlerdi.
28. Şahitliğim
Devle medyası ‘Devlet’ ismiyle yükselişinde ve prestijini artırmada başarılıydı. Medyaları bütün grupların medyalarından daha güçlüydü.
Devle’nin internet üzerindeki destekçileri diğerlerinden daha gayretli ve sadıktı. Eğer zayıf ve güçsüz bir medyaları olsaydı, bırakın Devle’nin hareket ve inançlarındaki bozuklukları yaymayı, kuruluş ve hiziplerine karşı suçlamaları bertaraf edemez ve kendilerini savunamazlardı. Gerçekten Devle medyası profesyoneldi, yayınları üretken ve tecrübeli ekipler tarafından yapılıyordu. Bu yüzden sempatizanlarının ve destekçilerinin sayısına şaşırmadık. Medyanın tüm nesli değiştirmesi mümkündür (İnş), buna ek olarak, kendilerine savunucu ve destekçi toplamak için de güvenli bir liman oluyor.
29. Şahitliğim
Onların menheclerini ve bir kısım cürümlerini ortaya çıkaran bazı yayınları size tavsiye edeyim:
a. El Basira kuruluşunun yayınları, itiraf ve şahitlikler hakkında.
b. “Gerçeklerin İfşası” Devle’nin Deyr Zor’da işlediği bazı cürümlerin anlatıldığı, El Enfal kuruluşu tarafından yayınlanan bir yayın.
c. Bazı Devle mahkumlarının itiraflarının kaydı.
30. Şahitliğim
Bugün Şam’ın durumu, oradaki cihad ehlinin durumu ve cephelerin neler çektiği anlatılamaz hale gelmiştir. Akıl çoğunu hayal etmekte dahi aciz kalıyor!
Vallahi kaç defa olayların bu hale nasıl geldiğini oturup düşündüm. İki yıldan fazla kuşatmadan ve yüzlerce şehid verdikten sonra İbni Velid’in Humus’u Nusayrilerin eline düştü.
Ya Guta? Mücahidleriyle, muhacirleriyle, sivilleriyle, çocukları ve yaşlılarıyla hepsi kuşatmadan ötürü acı çekiyor. Onların açlık, susuzluk ve güçsüzlük dışında ağladıklarını göremezsin. Kendilerini yok etmeyle tehdit eden Nusayri ve Lübnan Hizbullat askerleri arasında kuşatılmış yaralı Kalamun…
Şam topraklarında mahkumlar çok fazla, hapishaneler cezaların şiddetli türlerine maruz kalan, dinleri ve onurları hor görülen kardeşlerimiz ve bacılarımızla dolu. Bütün bunlara rağmen Devle hala Mücahidlerle savaşıyor ve onlardan biat istiyor. Bütün gücü, ekipmanı ve sayısıyla çabalayıp Halep’e baskın yapıyor ve kendilerinin ifade ettiği gibi orayı ‘Sahvelerden’ özgürleştiriyorlar. Nusayri rejime karşı değil, Nusayri rejime karşı savaşan grup ve taburlara karşı art arda patlayıcılar gönderdiler.
Bütün kafirleri Müslümanlara karşı kendini sağlama almış ve tek siper olmuş bir halde bulduk. Ehli Sünneti öldürüp yok etmek ve Safevi/Haçlı komplolarını kurmak için kendi erkeklerini, servetlerini feda ettiler ve medyalarını kullandılar. Karşılaştırılınca, Sünnileri bölünmüş, ihtilafa düşmüş ve birbirleri arasında savaşır halde görüyoruz. Bu ihtilafın, tekfirin ve cinayetin sorumlusu Devle grubudur.
Onlar; içinde İsmaililerin, ‘Onikiciler’ (Şia tarikatının), Durzilerin, komunistlerin, Nusayrilerin, ve ateistlerin bulunduğu Küfr ehliyle kıyaslandığında daha büyük olan bir çember çizdiler Sunnilere.
Onlar Sünnilerin bu çemberini daralttılar ki böylece bu, ‘Menhec çemberi’ adında Sunnileri felakete sürükleyen, onları dinlerinde şüpheye düşüren, Nebi’nin (sav) sünnetinden şaşırtan ve bu büyük dinin çarpıtan daraltılmış bir çember oldu.
31. Şahitliğim
Tarih, Guta inlerken ve Haseke’deki Sünniler acı çekerken Devle ordusunun Halep’e saldırdığını kaydetsin. Tarih, Humus kuşatmasında Devle konvoylarının Haseke, Deyr Zor ve Halep’ten Nusret Cephesi ve Ahraruş-Şam’la Rakka’da savaşmak için ayrıldığını kaydetsin. Tarih, bacılarımızın Nusayri zindanlarında hamile bırakıldığı zaman Devle’nin, Şam’daki Mücahidlerin liderlerine ve kadrolarına suikast düzenlediğini kaydetsin. Tarih, Mücahidlerin önden Nusayriler tarafından arkadan Devle ordusu tarafından kuşatıldığını kaydetsin. Tarih, Nusayrilerin Halep Mare’yi vurduğu aynı anda Devle’nin de ağır silahlarla vurduğunu kaydetsin.
32. Şahitliğim
Şam’da ön cephelerde bulunan insanlar, Mücahidlerin bütün grupları, ilim talebeleri, önceki liderler, cihadın tecrübeli liderleri, muhacirler, ensar, Mücahidler ve halkın genelinin hepsi için Devle’yi, onların ideolojisini ve politikalarını reddetmek gerçek bilinmedikçe mümkün değil.
Onlar burada yaşadıkları ve gözleriyle gördüklerini bilmeliler; internet siteleri, yapımlar ve twitter tarafından yansıtılanları değil.
Bu insanların sapkınlık ve zulüm üzere birleşmesi mümkün değil, aslında ideolojilerinin farklılığına rağmen Devle’ye karşı savaşmaya, ona karşı uyarmaya ve onu reddetmeye oy birliğiyle karar verdiler.
33. Şahitliğim
Devle’nin durumunu gören ve onları yakından tanıyanlar Şam’da Devle’nin ilanı ve projesi Suriye devrimi için bir bıçaktır, özel olarak Şam’da genel olarak Ümmette bir fitnedir diyorlar. Bu gerçeği anlayan kimseler, Şam ehlinin üzerindeki acıyı ve imtihanı bilir; Allâh’tan bunu gidermesini diliyoruz.
Müslümanlara karşı büyük cürümler işlediler, ideolojik suçları kan ve cana karşı işledikleri suçlardan daha büyüktür. Bugün akide ve fikir olarak Mücahidlerin üzerine inen büyük bir yozlaşma ve fitne haline geldiler. Dinde birçok yeniliklerin benimsenmesinde başı çektiler ve insanları Müslümanların kanını dökmede cesaretlendirdiler. Sivillerin kalkan olarak kullanılması ve istişhad operasyonları gibi konularda ruhsatı genişlettiler. Onları yolların en dar olanına zorladılar. Onlardan birçoğunu riddete ve cihadı terk etmeye sürüklediler ve fitneden kaçınıp cepheleri terk etmelerine neden oldular. İslâmî gereklilikleri başarmadan, vaktinden önce olaylarda acele ettiler; devlet, hilafet, kölelik, cizye vergileri gibi.
‘Irak Şam İslâm Devleti’ ilanında genel bir fesat var. Allâh’tan benim için bu kitabı tamamlamayı mümkün kılmasını diliyorum, bu konuya “Irak Şam Devleti ilanındaki genel fesat” başlığıyla başladım.
34. Şahitliğim
ÖSO ve Şam’daki diğer gruplar Devle’den hikmetli, iyi bir açıklama işitmeden kendilerinin kafir, sahve ve mürted olduklarını işittiler. Devle savaşçıları ve Şer’ileri olayları açıklayıp iyi davransaydı yüzlerce, binlerce asker onların safında olurdu, özellikle de ÖSO’dan.
ÖSO’daki askerler çoğunlukla cahildi ve on yıllarca dinden mahrum kalmışlardı. Devle’den ilk duydukları kendilerinin mürted ve kafir oldukları, eğer ölürlerse cehennem ateşinde olacaklarıydı. Buna rağmen biz onlardan biriyle görüştüğümüzde, görüştüğümüz kişinin amaç ve hedefi Şeriatla hükmedilmesi ve bir İslâm Devleti kurulmasıydı –nadir istisnalar hariç- Fakat Devle’nin kendi yoluna, kendilerine katılma daveti ve tavrı kaba ve talihsizdi. Davetçileri insanları davete ve onları cesaretlendirmeye münasip değildi. Vallahi bunda bir hikmet vardır, aksi halde birçok insan Devle saflarında olur, onların suçlarına, günah ve zulümlerine ortak olurdu.
35. Şahitliğim
Rafizilere (Şiilere) ve Nusayrilere karşı Devle savaşçıları tarafından verilen zarar, onlara Sünnilerden ve Mücahidlerden aynı miktarda ya da yarısı kadar öldürme hakkı vermez. Nusayri askerlerinden yüzlercesini öldürmek, Şaîtât kabilesinden yüzlercesini yüzlercesini öldürmeyi haklı çıkarmaz. Nusayrilerin kışlalarından bir ya da ikisinin özgürleştirilmesi, onlara Sünnilerin topraklarını (Sünnilerden) ‘özgürleştirmelerine’ izin vermez.
Ne öncekilerden ne de sonrakilerden şunu diyen olmamıştır: “Nusayrilerin, Rafizilerin ve pis Mürtedlerin kanı Sunnilerin ve Muvahhidlerin kanına denktir.” Dökülen kan, hem onu döken için hem de onun dökülmesine yardım eden, destek çıkan için ateş olacaktır. Adaletsizlikle kurulan bir saray yüksek ve görkemli de olsa yıkılır, çünkü yalan üzerine inşa edilmiştir ve Allâh’ın azâmeti yücedir, tertemizdir ve sadece temiz olanı kabul eder.
36. Şahitliğim
Allah’ın dini şerefli bir dindir, öyle ki biz onu bidatlerle destekleyemeyiz ve onun minaresi Müslüman kanı dökülerek yükselemez. İslâm Devleti günah üzerine kurulamaz ve ona sahtekarlık üzerine toplanıp bağlanılmaz. Bu devlet kendisini, Mücahidlerin kanıyla özgürleştirilmiş toprakları ele geçirerek genişletemez. Mürted olduğunu düşündükleri aynı Mücahidleri bugün kafir diye adlandırıyorlar.
Bu Devlet, diğer Mücahid grupların ellerinden onları haksızca öldürerek ya da kaçırarak silahlarını gasp edip silahlandırılamaz. Hilafet Ümmetin durumunu düzelten bir rahmet projesidir ve farklı yollara rağmen tüm Ümmeti içine alır (kapsayıcıdır); inanışa ters düşen bir doktrin kurmak, insanların katledilmesine ve riddetine sebep olmak ve onlara kaldıramayacaklarını yüklemek değildir.
37. Şahitliğim
Son olarak, Devle savaşçıları ve liderlerinin hidayet bulması vallahi bana her şeyden daha sevimlidir. Onların Müslümanlara tevazu, merhamet ve nezaket göstermesi, Mücahidleri koruması ve onlara yardım etmesi vallahi Allâh’tan gerçekleşmesini dilediğimiz ümitlerimizdir. Bize karşı suç işlemiş ve kardeşlerimizi, emirlerimizi ve sevdiklerimizi katletmiş olmalarına rağmen.
Bugün savaş meydanı haçlılara, Safevilere ve dinin tüm düşmanlarına karşı hala bizim birleşmemizi gerektirmektedir. Devle savaşçıları ve emirleri Ümmetin bir parçasıdır, onların iyiliği Ümmetin hayrına; onların kötülüğü Ümmetin aleyhinedir.
Allâh’a hamd ile tamamlıyorum, şahitliğimde Devle’nin suçlarının özetini, birçok günahın, zulmün ve menheclerindeki yozlaşmaların çok azını yazdım. Yazmış olduğum olayların bazısı belki bazı kardeşler için bir anlam taşımaz ama niyetim okuyucunun Devle grubunun hakikatini, menheclerinin ve yollarının ne olduğunu ve Şam’daki cihad ehlinin onlara karşı gösterdiği sabrı ve Devle’nin yüklendiği günah, azgınlık ve zulümleri bilmesiydi.
Ben Şam topraklarında herhangi bir Mücahid veya muhacir gibiyim, biz özellikle bir gruba yardım etmek veya katılmak için gelmedik, bizim amacımız Allâh’ın dinine zafer kazandırıp, sünnetin sancağını yükseltmek ve Şam’ın zayıf halkının üzerinden zulmü kaldırmaktır. Bizim katılmamız ve karşı çıkmamız, sevmemiz ve nefret etmemiz iman temeli üzerinedir, sloganlar ve isimler üzerine değil. Şam ehline yardımımız özellikle bir zalime karşı değil, aksine her zalime karşıdır, öyle ki o kişi bize insanların en yakını dahi olsa. Ve hatalar karşısında sessizlik ve hakkı gizlemek dine ve Müslümanlara ihanettir.
Allâh’tan bizden kabul etmesini ve amellerimizi ihlasla O’nun Yüce Cemali için eylemesini diler; eksikliklerimiz, hatalarımız ve işlerimizdeki taşkınlıklarımız için O’ndan af dileriz. O’ndan şehidlerimizi kabul edip, derecelerini yükseltmesini ve Naîm Cennetlerinde onlara katılmayı, Şam’daki Mücahidleri, onların kelimelerini ve saflarını Ehli Sünnet sancağı altında birleştirmesini dilerim ki koruyan O’dur ve O buna Kâdir olandır. Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen çok şefkatli, çok merhametlisin.
Ebu Usame El Cezravi
Mübarek Şam Toprakları,
Cuma 9.12.1435
Çeviren: Qamar Al-Quds, Katabird